HABER DETAY
- Ana Sayfa>
- Haberler >
Diğer Haberler
Aktüerya Hukuku ve Hesaplama İlkeleri Eğit
16-Haziran
Prof. Dr. Şebnem AKİPEK ÖCAL ın katılım
16-Haziran
İş Hukukunda Uzman Arabuluculuk Eğitimleri
16-Haziran
Ticaret Hukukunda Uzman Arabuluculuk Eğitiml
16-Haziran
Covit-19 Salgının Etkisi
Tarih: 06 - Mart
COVİD-19 SALGININ EKONOMİ, ÇALIŞMA HAYATI VE HUKUK DÜZENİNE ETKİSİ
Covid-19, Çin’in Wuhan şehrinde, ilk kez 2019 yılı Aralık ayında görülmüş, 10 Mart 2020 tarihinden bu yana ülkemizi de etkisi altına almıştır. Bu nedenle, birçok ülkede olduğu gibi ülkemizde de Covid-19 salgınının, hızlı yayılmasının önlenmesi amacıyla seyahat kısıtlamaları, üretim kesintileri, karantina ve olağanüstü hâl kararları ve benzeri tedbirler nedeniyle iş hayatı olumsuz olarak etkilenmiştir. Küresel bir tehdit haline gelen salgın nedeniyle, 11 Mart 2020 itibariyle Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından “pandemi” (bölgeler ve gruplar üstü coğrafi salgın) olarak ilan edilmiştir.
Dünya çapında yayılan bu salgının giderek artan etkileri sebebiyle salgının etki ettiği her ülke de ekonomi, çalışma ve hukuk alanında alınması gereken acil durum önlemleri öncelikle mevzuatta yapılan düzenlemelerle öngörülmüş olup idari organların konu ve yetkisinde bulunan önlemlerin ise ilgili idari organların tasarrufları ile düzenlenmesi öngörülmüştür. Salgının tüm dünyada hızlı yayılımı ve etkisi nedeniyle, ticari ve ekonomik ilişkilerde olası gecikme veya ifa güçlüğü kaçınılmaz olup bu nedenle, sözleşmelerde yer alan mücbir sebep maddeleri, devletler ve yargı mercilerinin mücbir sebep yaklaşımları, bu konudaki yasal düzenlemeler oldukça önem arz etmektedir
Öte yandan, dünya çapında alınan önlemler nedeniyle tedarik ve dağıtım kanallarında aksamalar, işyerlerinin kapatılması, iş gücü sıkıntısı, havayolları ve diğer ulaşım sektörlerinin, uluslararası ve ulusal dolaşımının bazı yerlere tamamen bazı yerlere kısmen kapatılması, liman ve gümrüklerdeki aksamalar ve bazı sektörlerde tüketimin azalması gibi hususlar nedeniyle salgının hemen hemen tüm gerçek ve tüzel kişileri etkilediği ve ilerleyen zaman içerisinde etkilerinin daha yayılarak artacağı da açıktır.
Dünyada salgının halen etkili olarak devam etmesi, bu konuda ilaç, aşı gibi tedavi yöntemlerinin henüz bulunamaması, salgın nedeniyle birçok işyerinin kapatılması sonucunda fazla sayıda iş kolundaki işgücü ve işverenlerin ve ticaret, inşaat, kira, vergi, aile, turizm, sigorta alanlarının salgından öncelikli etkilendiğini göstermektedir.
Bu makalenin ana konusu ; Covit-19 salgın sürecinin ülkemizde yaratacağı ekonomik ve hukuki sorunlar ile olası çözümleri ve bu sorunların çözümünün mümkün olup olmayacağına dair hususlardır.
UYUŞMAZLIK DOĞACAK ALANLAR
Uyuşmazlık doğacak alanlara baktığımızda öncelikle sözleşmeler konusunun bu açıdan genel hatları ile incelenmesinin doğru olduğunu göstermektedir.
Bilindiği üzere sözleşmeler; yazılı, sözlü, resmi şekilde olabilir. Sözleşme ilişkisi geçerli olarak kurulduktan sonra borçlu, yararı bulunmadığı gerekçesiyle borcunu ifadan kaçınamaz. Sözleşmelerin temel prensibi tarafların taahhüt ettikleri edimi ifa etmekle yükümlü olmasıdır. Buna “sözleşmeye bağlılık” (ahde vefa, pacta sunt servanda) ilkesi denir.
Yaşanan süreçte ortaya çıkacak olan sorun, borcun hiç ya da gereği gibi ifa edilmemesi nedeniyle oluşacak borca aykırılık sonucu, borçlunun temerrüdü ve sorumluluk olgusudur. (TBK md 117 vd.)
Covid-19 salgını açısından değerlendirecek olursak;
Sözleşmenin geçerli bir mücbir sebep hükmü içermesi halinde; söz konusu hükme ve bağlanan sonuçlara göre hareket edileceği açıktır. Mücbir sebep hükmünde açıkça “salgın hastalık” belirtilmişse, salgınla borca aykırılık arasında uygun illiyet bağının varlığı halinde, borçlu sorumluluktan kurtulur. Bunun için ayrıca sözleşmede borçluya yüklenmiş bildirim ve/veya bir külfet varsa, bunun da yerine getirilmiş olması gerekir. Sözleşmede mücbir sebep kaydı genel ifadelerle yer almışsa, öncelikle somut sözleşme ilişkisinin niteliği ve bu sözleşmedeki mücbir sebep hükmünün yapısı, ayrıca mücbir sebep kavramının unsurlarının aranması belirleyici olacaktır.
Sözleşmede mücbir sebep hükmünün yer almaması halinde; borçlunun borca aykırılıktan dolayı sorumluluğunun doğmaması için genel olarak kusursuzluğunu kanıtlaması gerekmektedir. Bunun için öncelikle borçlunun gereken özeni gösterdiğini kanıtlaması aranacaktır. Kusursuzluk dışında borçlu, edimini ifa edememesine, illiyet bağını kesen bir sebebin ya da beklenmeyen bir hâlin yol açtığını kanıtlayarak da sorumluluktan kurtulabilir. İlliyet bağını kesen sebepler genel itibarıyla; mücbir sebep, üçüncü kişinin ağır kusuru ya da zarar görenin ağır kusurudur.
O halde Covit-19 salgını açısından borca aykırılıktan dolayı sorumluluk konusunda mücbir sebep ve beklenmeyen hâl kavramları önem arz etmektedir.
MÜCBİR SEBEP
TÜRK BORÇLAR KANUNU’NDA MÜCBİR SEBEP
Öğretide mücbir sebep; zararın meydana gelmesine kaçınılmaz olarak sebep olan, öngörülmesi ve karşı konulması mümkün olmayan, sorumlu kişiden veya sorumluluk doğuran olaydan bağımsız, ona yabancı, olağanüstü bir dış olaydır. Kanunda açıkça tanımı yapılmadığından içtihatlar da önem kazanmaktadır. Yargıtay kararlarında, mücbir sebebin varlığının her bir somut olay bakımından, her sözleşme özelinde, sözleşmenin tarafları, edimlerin niteliği, ifa yeri, meydana gelen olayın niteliği ile etkileri gibi unsurlar ayrı ayrı değerlendirilerek mücbir sebep olup olmadığının değerlendirilmesi gerektiği kabul edilmektedir. Yargıtay kararlarında mücbir sebep iddiası değerlendirilirken, ilgili olayın tüm ülke genelinde benzer hukuki ilişkileri etkilemesi ve tarafların tacir olmasının da dikkate alındığı görülmektedir.
Mücbir sebep değerlendirmesinde aranan şartlar aşağıdaki gibi sıralanabilir:
· Haricilik; Mücbir sebebin tarafların kontrol alanlarının dışında gerçekleşmesi,
· Öngörülmezlik; Hukuki ilişkinin kurulduğu tarihte mücbir sebebin öngörülemeyecek olması veya olay öngörülse dahi, olayın somut etkisinin bu denli büyük olacağının öngörülememesi,
· Kaçınılmazlık; Tüm önlemleri almasına rağmen mücbir sebebin sözleşme edimini ifayı imkânsız hale getirmesinin önlenememesi,
şartları, mücbir sebep açısından zorunlu olarak aranmaktadır.
Yargıtay HGK 2017/90 E., 2018/1259 K., 27.06.2018 T. kararında, mücbir sebep;
“Mücbir sebep, sorumlu veya borçlunun faaliyet ve işletmesi dışında meydana gelen, genel bir davranış normunun veya borcun ihlâline mutlak ve kaçınılmaz bir şekilde yol açan, öngörülmesi ve karşı konulması mümkün olmayan olağanüstü bir olaydır. Deprem, sel, yangın, salgın hastalık gibi doğal afetler mücbir sebep sayılır.”.
ollarak tanımlanmıştır.
Tüm bunların yanı sıra, sözleşmede ilgili olayın mücbir sebep kabul edilmeyeceğinin düzenlenmemiş olması da mücbir sebebin uygulanması açısından zorunludur. (YHGK, K.T. 6.12.2017, E. 2017/15-2821, K. 2017/1552) Şayet, salgın ya da bulaşıcı hastalık halinin, sözleşmede mücbir sebep olarak sayılmış ise, mücbir sebep iddiasında bulunan taraf ispat yükünden kurtulacaktır.
Mücbir sebepten etkilendiğini iddia eden taraf, bu mücbir sebep ile borcu ifa edememesi arasındaki uygun illiyet bağını ispat etmek ve varsa bildirim yükümlülüklerini yerine getirmek zorundadır. Mücbir sebep illiyet bağını keser, borçluyu sorumluluktan kurtarır. Bundan dolayıdır ki, mücbir sebeple sözleşmeye aykırı davranan borçlu, bu aykırılığın olumsuz sonuçlarından sorumlu tutulamaz. Kural olarak mücbir sebep sorumlu kişinin kusurunu ortadan kaldırır.
BEKLENMEYEN HAL;
“Sözleşme kurulurken mevcut olmayan, sözleşmenin ifası yani uygulanması sırasında ortaya çıkmış olan ve sözleşme bakımından belirli bir önem içeren olaylar’’ olarak tanımlanabilir. Beklenmeyen hal mücbir sebepten daha geniştir. Beklenmeyen halin varlığı için nisbi kaçınılmazlık, mücbir sebep bakımından ise mutlak bir kaçınılmazlık söz konusudur Beklenmeyen hal, mücbir sebep gibi tarafların kontrol alanlarının dışında gerçekleşen haricî nedenlerden kaynaklanacağı gibi mücbir sebepten farklı olarak borçlunun faaliyet veya işletmesi ile de ilgili olarak ortaya çıkan dahili nedenlerden de kaynaklanabilecektir. Covid-19 salgının mücbir sebep olarak kabul edilmediği durumlarda somut olayın özelliklerine göre beklenmeyen hal kapsamında değerlendirilmesi mümkündür.
Sürekli İfa İmkânsızlığı
TBK md 136 ; “Borcun ifası borçlunun sorumlu tutulamayacağı sebeplerle imkânsızlaşırsa, borç sona erer.
Karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerde imkânsızlık sebebiyle borçtan kurtulan borçlu, karşı taraftan almış olduğu edimi sebepsiz zenginleşme hükümleri uyarınca geri vermekle yükümlü olup, henüz kendisine ifa edilmemiş olan edimi isteme hakkını kaybeder. Kanun veya sözleşmeyle borcun ifasından önce doğan hasarın alacaklıya yükletilmiş olduğu durumlar, bu hükmün dışındadır.
Borçlu ifanın imkânsızlaştığını alacaklıya gecikmeksizin bildirmez ve zararın artmaması için gerekli önlemleri almazsa, bundan doğan zararları gidermekle yükümlüdür.”
Madde metni, borcun ifasının sözleşmenin kurulmasından sonra imkânsız hale gelmesi, yani borçlunun sorumlu olmadığı sonraki ifa imkânsızlığını düzenlemektedir. Sözleşmenin kurulmasından sonra borcun ifasının imkânsız hale gelmesi durumunda, alacaklının borcun aynen ifasını talep hakkı sona erecektir. Borçlu, edimi aynen ifa yükümünden kurtulduğu gibi, alacaklının borcun ifa edilmemesi nedeniyle uğradığı zararları tazmin etmekle de yükümlü olmayacaktır. Ancak bu halde borçlu, tam iki tarafa borç yükleyen sözleşmelerde karşı edimi talep hakkını da kaybedecektir. Mücbir sebep nedeniyle imkânsızlığın meydana geldiği andan itibaren, alacaklının ifa talebi karşısında ifanın imkânsızlığı def’i değil, itiraz oluşturur ve bu nedenle hâkimin imkânsızlığı re’ sen dikkate alması gerekir.
Kısmi İfa İmkânsızlığı
TBK md 137; “Borcun ifası borçlunun sorumlu tutulamayacağı sebeplerle kısmen imkânsızlaşırsa borçlu, borcunun sadece imkânsızlaşan kısmından kurtulur. Ancak, bu kısmi ifa imkânsızlığı önceden öngörülseydi taraflarca böyle bir sözleşmenin yapılmayacağı açıkça anlaşılırsa, borcun tamamı sona erer.
Karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerde, bir tarafın borcu kısmen imkânsızlaşır ve alacaklı kısmi ifaya razı olursa, karşı edim de o oranda ifa edilir. Alacaklının böyle bir ifaya razı olmaması veya karşı edimin bölünemeyen nitelikte olması durumunda, tam imkânsızlık hükümleri uygulanır.”
Kısmi ifa imkânsızlığı yeni TBK 137. maddesinde düzenlenmiştir. Maddenin birinci fıkrası, tek tarafa borç yükleyen sözleşmelerde kısmi ifa imkânsızlığını; ikinci fıkrası ise karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerde kısmi ifa imkânsızlığını düzenlemektedir. Düzenlemeye göre imkânsızlığın borcun muaccel olduğu tarihten önce mi yoksa sonra mı meydana geldiğinin tespiti ise önemli değildir.
Geçici İfa İmkânsızlığı
Bir borcun kararlaştırılan zamanda ifasının önünde kesin bir engel olmakla birlikte, ifanın daha sonraki bir zamanda mümkün hale gelebilecek olması hâli geçici imkânsızlık olup, bu halde borçlu, kural olarak kusursuz temerrüde düşer. Ve alacaklı mücbir sebep devam ettiği sürece aynen ifayı talep edemez, imkânsızlık sona erene kadar ertelenir. Örneğin, satım akdine konu malın ithalatının ve/veya ihracatının geçici süre ile yasaklanması nedeniyle malın teslim edilememesi, düğün organizasyonun ertelenmesi nedeni ile yapılamaması gibi.
Ancak, kararlaştırılan ifa zamanının edimin içeriğine dâhil olduğu ve bu zamanın geçirilmesi durumunda gerçekleştirilecek fiillerin somut sözleşmenin ifası sayılamayacağı, örneğin mutlak kesin vadeli sözleşmelerde, mücbir sebep teşkil eden olay geçici olsa da ifayı sürekli olarak imkânsız kıldığı kabul edilir.
Geçici ifa imkânsızlığı,TBK ‘da düzenlenmemiş olup, YHGK kararında yer bularak şöyle değerlendirilmiştir;
“İfa imkânsızlığı borcu sona erdiren nedenlerdendir. Gerçekten BK. md. 117/1'e göre " borçluya isnat olunamayan haller münasebetiyle borcun ifası mümkün olmazsa borç sakıt olur".
İfa imkânsızlığı ortaya çıkış nedenlerine göre bazı ayırımlara tabi tutulmaktadır. Bu ayırımlardan birisi de objektif imkânsızlık (daimi imkânsızlık)-geçici imkânsızlık ayırımıdır. Şayet ifa imkânsızlığı sadece sözleşmenin tarafları bakımından değil, herkes için söz konusu ise buna objektif imkânsızlık denilmektedir. Objektif imkânsızlıkta sözleşme esasen BK. md.20 (TBK 27) uyarınca butlanla batıldır (geçersizdir) ve ayrıca feshi gerekmez. Hâlbuki geçici imkânsızlıkta akdin ifası (icrasının istenmesi) bir hadisenin gerçekleşmesine bağlıdır. Ancak o hadise tahakkuk ederse akdin icrası istenebilir. … Şüphesiz geçici imkânsızlığın varlığı, beraberinde tarafların bu sözleşmeyle ne kadar süre bağlı kalacakları sorununu getirir. Bu konudaki kural "ahde vefa=söze sadakat" ilkesi gereği tarafların sözleşmeyle bağlı tutulmasıdır. Ancak bazı özel durumlar vardır ki, tarafları o sözleşmeyle bağlı saymak hem onların ekonomik özgürlüklerini engeller, hem de bir başkası ile sözleşme yapma fırsatını ortadan kaldırır. Uygulamada, geçici imkânsızlık halinde tarafların o sözleşmeyle bağlı tutulma süresine "akde tahammül süresi" denilmektedir. Bu sürenin gerçekleşip gerçekleşmediğini de her somut olaya göre ve onun çerçevesinde değerlendirmek gerekir” YHGK; 2010/15-193 E- 235 K, 28.04.2010 T.
Aşırı İfa Güçlüğü
TBK md 138 “ Sözleşmenin yapıldığı sırada taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü bir durum, borçludan kaynaklanmayan bir sebeple ortaya çıkar ve sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olguları, kendisinden ifanın istenmesini dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirir ve borçlu da borcunu henüz ifa etmemiş veya ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olursa borçlu, hâkimden sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını isteme, bu mümkün olmadığı takdirde sözleşmeden dönme hakkına sahiptir. Sürekli edimli sözleşmelerde borçlu, kural olarak dönme hakkının yerine fesih hakkını kullanır.
Bu madde hükmü yabancı para borçlarında da uygulanır.”
Aşırı ifa güçlüğü maddesinde aranan şartlar;
· Sözleşmenin yapıldığı sırada, taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü bir durumun ortaya çıkmış olması,
· Bu durumun borçludan kaynaklanmamış olması,
· Bu durumun sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olguları, kendisinden ifanın istenmesini dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirmiş olması,
· Borçlunun, borcunu henüz ifa etmemiş veya ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olmasıdır.
Maddede, kanunî şartları haiz aşırı ifa güçlüğü halinde, sözleşme içi dengenin korunması amacıyla güç durumda kalan taraf lehine mahkemeye başvurmak suretiyle öncelikle;
-Sözleşmenin değişen şartlara uyarlanması,
-Eğer sözleşmenin değişen şartlara uyarlanması mümkün değilse sözleşmenin sona erdirilmesi istenebilir. Sona erdirme;
Ani edimli sözleşmelerde sözleşmeden dönme,
Sürekli edimli sözleşmelerde ise fesih olacaktır.
Ani edim-sürekli edim ayırımı, edimin yerine getirilmesinin süreye yayılması yönünden yapılan ayrımı ifade eder. Edimin yerine getirilmesi borçlunun süregelen veya tekrarlayan davranışları ile gerçekleşiyor ve alacaklının menfaati de bu sürece yayılarak gerçekleşiyorsa sürekli edim söz konusu olur. Buna karşılık alacaklının edimin yerine getirilmesindeki menfaati tek bir anda gerçekleşiyor ise ani edimden söz edilir.
Kira Sözleşmeleri Bakımından
Covit-19 salgını hem kiracı hem de kiraya veren açısından sorun yaratmaktadır. Burada kira bedelinin ifası ve sözleşmenin devamı açısından yaşanacak sorunlara bakmak gerekmektedir.
Kira bedelinin ödenememesi halinde kiraya veren, bedeli tahsil etmek ve şartlara göre bedelin yanı sıra sözleşmenin feshi ile tahliye isteminde bulunabilecektir. Kiracı ise ödemekte sıkıntı çektiği kira bedelinin miktarı ve/veya ödeme zamanında değişiklik ya da ilişkiyi aynı koşullarla sürdürme imkânı kalmamışsa sona erdirme isteğinde olabilecektir.
İlk bakılacak sözleşmede bir düzenleme olup olmadığıdır. Düzenleme var ise, öncelikle sözleşmeye bağlılık ilkesi uyarınca taraflar anılan hükme istinaden hareket etmelidir.
Sözleşmede düzenleme olmaması durumunda; Covid-19 salgınının mücbir sebep oluşturduğu kabul edilmesi halinde; Öncelikle olayın özelliklerine göre değerlendirilmesi gerekmekle beraber, kira sözleşmelerinin sürekli edimli sözleşmeler oluşu ve kural olarak TBK md 136’ da düzenlenen ifa imkânsızlığının ani edimli sözleşmelere uygulanabilirliği ve süreklilik istemesi ancak salgının sürekli olmayacağı gerçeği karşısında kiralarda uygulanması pek mümkün olmayacaktır.
Geçici imkânsızlıkla ilgili TBK ‘da hüküm bulunmamakla birlikte bu hal için Yargıtay uygulaması tarafların farazi iradelerine de uygun olması halinde ifa tarihinin ifa imkânsızlığının ortadan kalktığı tarihe kadar ertelenmesi yönünde olduğundan, kira sözleşmeleri açsından geçici imkânsızlık halinin uygulanması mümkün olacaktır.
Geçici imkânsızlık İçişleri Bakanlığı Genelgesi ile kapatılan işletmeler için de söz konusu olabilir. Ancak bu işyerinin kapalı kalmasının uzun sürmesi ve taraflar bakımından katlanılmaz noktaya gelmesi halinde, kiraya verenin kiralananı kiracının kullanımına uygun bulundurma (asli) yükümlülüğü nedeniyle ile kusursuz hukuki imkânsızlık sebebiyle kira borcunun ortadan kalkması da söz konusu olabilecektir.
Ayrıca, kira sözleşmesinin süresi ve amacı dikkate alınarak TBK md 138’ de düzenlenen aşırı ifa güçlüğü, beklenmeyen halin söz konusu olması halinde uyarlama ya da kira ilişkisinin feshi talebi de uygulanabilecektir
TBK’ nun kira sözleşmelerine ilişkin maddelerine bakacak olursak;
TBK md 331’ de “Taraflardan her biri, kira ilişkisinin devamını kendisi için çekilmez hâle getiren önemli sebeplerin varlığı durumunda, sözleşmeyi yasal fesih bildirim süresine uyarak her zaman feshedebilir.” hükmü uyarınca tarafların TBK md 329’ da yer alan 3 aylık yazılı fesih bildiriminde bulunarak olağanüstü fesih yoluna başvurması düzenlenmiştir. Ancak, bu hakkın kullanımı, 6217 sayılı Kanunun Geçici 2. Maddesi uyarınca TTK’ nda tacir olarak sayılan kişiler ile özel hukuk ve kamu hukuku tüzel kişileri açısından, işyeri kiralarında 1 Temmuz 2020 tarihinden itibaren mümkün olacaktır.
01.07.2020 tarihi öncesinde ne yapılabileceği ise geçici maddeye göre şu şekildedir. Kira sözleşmesinde düzenleme yapılmışsa sözleşme hükümleri uygulanacaktır. Sözleşmede hüküm bulunmuyorsa, 6098 sayılı Kanuna göre, feshin parasal sonuçlarını belirlemede takdir yetkisi hâkime bırakılmıştır.
TBK md 315 gereğince kiraya veren, işyeri kira bedelini yahut yan giderleri ödemede temerrüde düşen kiracıya yazılı bildirimde bulunup en az 30 günlük süre vererek bu süre içerisinde kira bedelinin ödenmesini, ödenmediği takdirde kira sözleşmesinin feshini talep edebilir.
TBK md 352/2 gereğince ise kiraya veren, “çatılı” işyerine ait kira bedelini ödemede temerrüde düşen kiracıya, kira sözleşmesinin süresine göre, belirlenecek dönemler içerisinde göndereceği iki ayrı ve haklı ihtarla, kira döneminin bitiminden başlayarak bir aylık süre içinde dava açarak sözleşmeyi sonlandırabilir.
Ancak Covid-19 salgını nedeniyle işyeri kiraları yönünden bir düzenleme yapılmıştır. 7226 Sayılı Kanun’un iş yeri kiralarına ilişkin geçici 2. maddesinde; “1/3/2020 tarihinden 30/6/2020 tarihine kadar işleyecek iş yeri kira bedelinin ödenememesi kira sözleşmesinin feshi ve tahliye sebebi oluşturmaz.” denilmektedir.
Görüldüğü üzere düzenleme, kira borcunun ödenememesi durumunun sözleşmenin feshine ve tahliyeye sebebiyet vermesini önleme amaçlıdır.
Anılan kanun hükmü gereği, 01.03.2020 – 30.06.2020 tarihleri arasında ödenmeyen kiraların, fesih ve tahliye sebebi oluşturmayacağından, kiraya veren bu aylara ilişkin ödenmeyen kira bedellerini yasal düzenleme gereği 15.06.2020 tarihinden sonra icra takibine konu edebilecek ancak fesih ve tahliye hakkını kullanamayacaktır.
TÜRK TİCARET KANUNU’NDA MÜCBİR SEBEP
Türk Ticaret Kanunu’nda, mücbir sebep tanımlanmamış olmakla birlikte kıymetli evrak, taşıma işleri ve deniz ticareti bölümlerinde özel hükümler olarak düzenleme alanı bulmuştur;
Mücbir sebepler başlıklı TTK md. 811’de, mücbir sebep gibi aşılması imkânsız bir engel nedeniyle süresinde ibraz veya protesto edilemeyen çekler hakkında bu işlemler için sürelerin uzayacağı hüküm altına alınmıştır. Maddede çekin hamili, mücbir sebebi kendi cirantasına gecikmeksizin bildirmekle yükümlü tutulmuştur ve mücbir sebebin ortadan kalkmasıyla da hamil, çeki gecikmeksizin ödeme amacıyla ibraz etmek ve gereğinde protesto veya buna eş değerde bir belirlemeyi de yapmak zorundadır.
Günümüzde yaşanan Covit-19 salgını nedeniyle yapılan yasal düzenlemelerden, 7226 sayılı Kanun’un Geçici1. Maddesinin a bendi ile, ” Dava açma, icra takibi başlatma, başvuru, şikâyet, itiraz, ihtar, bildirim, ibraz ve zamanaşımı süreleri, hak düşürücü………….süreler “ durdurulan süreler 2480 Sayılı Yargı Alanındaki Hak Kayıplarının Önlenmesi Amacıyla Getirilen Durma Süresinin Uzatılmasına Dair Cumhurbaşkanı Kararı ile 15.06.2020 tarihinden itibaren 15 gün daha uzatılmıştır.
Düzenlemeye ilişkin sorunlar ise; öncelikle bu düzenlemenin, çeklerin ibrazını konu edip etmediği ve düzenlemenin sadece alacaklı/hamili mi yoksa borçlu/keşideciyi kapsadığı noktasındadır. Buna verilecek cevap, BDKK ve Bankaların uygulamada alacakları kararlar ile nihayetinde ise Yargı kararları ile belirleneceğidir.
Yolcu taşıma işlerine ilişkin TTK md. 907’de yolcu taşıma seferinin, taşıma sözleşmesinin yapılmasından sonra fakat hareketten önce ortaya çıkan bir sebep dolayısıyla yapılamaması durumunda uygulanacak hükümler düzenlenmiştir. Buna göre “a” bendinde “Ölüm, hastalık veya bunun gibi bir mücbir sebep dolayısıyla sefer yapılamamışsa, sözleşme, taraflardan hiçbirine tazmin yükümlülüğü doğurmaksızın kendiliğinden geçersiz olur.” denilmekte olup; “e” bendinde de taşıyıcının, peşin almış olduğu taşıma ücretini geri vermesi gerektiği hüküm altına alınmıştır.
TTK’da mücbir sebebin düzenlendiği son hal ise Deniz Ticareti Kitabında düzenlenen çatma hükümlerine ilişkindir. TTK md. 1286’ya göre çatma, iki veya daha çok geminin çarpışması olarak tanımlanmış, TTK md. 1287’ de “Çatma, umulmayan bir hâl veya mücbir sebep yüzünden meydana gelmiş veya neden ileri geldiği anlaşılamamışsa, çarpışan gemilerin veya gemilerde bulunan insanların yahut eşyanın çatma yüzünden uğradıkları zarara, o zarara uğrayan kişi katlanır.” denilmiştir.
KAMU İHALE SÖZLEŞMELERİ KANUNU’NDA MÜCBİR SEBEP
Türk Borçlar Kanunu’ndan farklı olarak, 4735 sayılı Kamu İhale Sözleşmeleri Kanunu (KİSK), mücbir sebebi genel bir sorumluluktan kurtuluş sebebi olarak düzenlemiştir. “Mücbir Sebepler” başlıklı KİSK md 10/c ‘de, genel salgın hastalığın kamu ihale sözleşmeleri açısından mücbir sebep sayılabileceği açıkça yer almaktadır.
Bu nedenle, Covid-19 salgını çerçevesinde alınan önlemler nedeniyle kamu ihale sözleşmesinden doğan borcunu ifa edemeyen yüklenici, KİSK’ in sözleşmeye aykırılığa bağladığı sonuçlardan kurtulabilir. Ancak bunun için, KİSK 10/II uyarınca; ,
Süre uzatımı verilmesi, sözleşmenin feshi gibi durumlar da dahil olmak üzere, idare tarafından yukarıda belirtilen hallerin mücbir sebep olarak kabul edilebilmesi için;
-yükleniciden kaynaklanan bir kusurdan ileri gelmemiş olması,
-taahhüdün yerine getirilmesine engel nitelikte olması,
-yüklenicinin bu engeli ortadan kaldırmaya gücünün yetmemiş bulunması,
-mücbir sebebin meydana geldiği tarihi izleyen yirmi gün içinde yüklenicinin idareye yazılı olarak bildirimde bulunması ve yetkili merciler tarafından belgelendirilmesi zorunludur.
Covid-19 salgın döneminde idare ile yüklenici arasındaki uygulama yasal düzenlemeye göre şu şekilde olacaktır;
1- İfanın mücbir sebepler sonucunda imkânsız hale gelmesi durumunda, yüklenici ve idare karşılıklı olarak edim yükümlülüklerinden kurtulurlar.
2- Mücbir sebepler ifanın gecikmesine yol açmışsa, idarenin yükleniciye süre uzatımı vermesi gerekir. Böylece yüklenici temerrüde düşmemiş olduğundan, idare sözleşmeyi sona erdiremeyeceği gibi, yüklenicinin herhangi bir tazminat veya gecikme cezası (cezaî şart) ödemesi de gerekmez.
3- Mücbir sebeplerle borcun gereği gibi ifa edilemediği durumlarda, yükleniciye sözleşmeye aykırılığı giderebilmesi için süre uzatımı verilmesi gerekir.
Duruma ilişkin, 01.04.2020 tarih ve 2020/5 sayılı Cumhurbaşkanlığı Genelgesi’nde, ilgili idarelerce kamu ihale sözleşmesinin akıbeti konusunda karar alınmadan önce, Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın değerlendirmesinin alınacağı düzenlenmiştir.
İŞ KANUNU’NDA MÜCBİR SEBEP
4857 Sayılı İş Kanunu’nda genellikle zorlayıcı neden kavramı (sadece md 34’de mücbir sebep kavramı) kullanılmıştır.
Sözleşmenin derhal feshi için haklı bir sebep olarak düzenlenen ve işin ifasını imkânsızlaştıran zorlayıcı neden, iş hukukunda işçi ve işveren bakımından ayrı ayrı düzenlenmiştir.
İş hukukunda mücbir sebep/zorlayıcı neden, Borçlar Kanunu’ndan ayrılarak iş sözleşmesinin belli bir süre askıda olmasını sonucunu doğurur. Ancak, işin yerine getirilmesi mümkün ise ve bu işyerlerinde işçinin işe devam etmesine engel bir husus bulunmuyorsa veya işçinin iş görme edimini uzaktan yerine getirmesi mümkünse bu gibi hallerde zorlayıcı nedenin varlığından da söz edilemeyecektir.
Kısa Çalışma ve Kısa Çalışma Ödeneği Hakkında Yönetmeliğin 3-h maddesinde; “Zorlayıcı sebep: İşverenin kendi sevk ve idaresinden kaynaklanmayan, önceden kestirilemeyen, bunun sonucu olarak bertaraf edilmesine imkân bulunmayan, geçici olarak çalışma süresinin azaltılması veya faaliyetin tamamen veya kısmen durdurulması ile sonuçlanan dışsal etkilerden kaynaklanan dönemsel durumları ya da deprem, yangın, su baskını, heyelan, salgın hastalık, seferberlik gibi durumlar” olarak düzenlenmiştir.
Zorlayıcı sebep nedeniyle, hem işçi tarafından, işveren nezdinde oluşan zorlayıcı sebeplere dayalı fesihlerde, hem de işveren tarafından, işçinin işi yerine getirememesi zorlayıcı nedene dayalı fesihlerde, işveren kıdem tazminatı ödemekle yükümlü olup ihbar tazminatı ödeme yükümlülüğü bulunmamaktadır.
İşveren, işlerin tamamen durması halinde, yönetim hakkı kapsamında olan yıllık ücretli izinlerin kullanılacağı zamanı belirleme hakkını kullanarak, işçilere öncelikle yıllık ücretli izinleri kullandırılabilir. Yine işveren, ücretli izin süreleri bittikten sonra bir haftalık yarım ücret ödemesi yaparak askı süresi başlatabilir. Ancak, işçi, askı süresi içinde ücretsiz izne çıkarılamaz. İşçinin bir sonraki yıl hak kazanacağı yıllık ücretli izninin avans olarak kullandırılması ise tartışmalı olup Yargıtay kararlarına yansımış bir emsal bulunmamaktadır. Doktrinde ise o yıla ait yıllık iznin on günden az olmaması ve işçinin onayının alınması şartı ile kullandırılacağı yönünde görüşler vardır.
İşveren, kısa çalışma ödeneğine başvurduğu personel açısından ücretsiz izne ayırma işlemini yapamaz. Keza, kısa çalışma süresi içerisinde de işçi yıllık izne çıkartılamaz.
Covid-19 Salgını nedeniyle yapılan yasal düzenlemelerden; 17.04.2020 tarihinde yayımlanan 7244 sayılı Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun madde 9 uyarınca 4857 sayılı İş Kanunu’na geçici madde 10 eklenmiştir. İşbu geçici madde uyarıca işveren veya işçi tarafından yapılacak fesihlere bir süre ile kısıtlama getirilmiştir. Buna göre;
“Bu Kanunun kapsamında olup olmadığına bakılmaksızın her türlü iş veya hizmet sözleşmesi, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren üç ay süreyle 25 inci maddenin birinci fıkrasının (II) numaralı bendinde ve diğer kanunların ilgili hükümlerinde yer alan ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan haller ve benzeri sebepler dışında işveren tarafından feshedilemez. Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren üç aylık süreyi geçmemek üzere işveren işçiyi tamamen veya kısmen ücretsiz izne ayırabilir. Bu madde kapsamında ücretsiz izne ayrılmak, işçiye haklı nedene dayanarak sözleşmeyi fesih hakkı vermez. Bu madde hükümlerine aykırı olarak iş sözleşmesini fesheden işveren veya işveren vekiline, sözleşmesi feshedilen her işçi için fiilin işlendiği tarihteki aylık brüt asgari ücret tutarında idari para cezası verilir. Cumhurbaşkanı birinci ve ikinci fıkrada yer alan üç aylık süreleri altı aya kadar uzatmaya yetkilidir.”
Fesih yasağı işveren için geçerlidir. İşçinin, ücretsiz izine çıkarılma hali hariç diğer sebeplerle iş sözleşmesini fesih hakkı devam etmektedir. Bu süreçte iş sözleşmesi askıda olduğundan işverenin işçinin sigorta primlerini ödeme yükümlülüğü bulunmamaktadır. İşveren, işçiyi ücretsiz izne ayırdığı halde, çalıştırmaya devam ettirdiği taktirde; İşçi, iş sözleşmesini haklı nedenle feshedebilecektir. İşveren, iş olduğu halde işçiyi, ücretsiz izne ayırıp, eşit işlem yapma yükümlülüğüne aykırı davranırsa, işçi aradaki ücret farkını, işverenden talep edebilecektir.
ULUSLARARASI UYGULAMALAR BAKIMINDAN MÜCBİR SEBEP
Covit-19 salgınının etkisi küresel krize neden olabilecek nitelikte olup, yarattığı olumsuz yansımalar, şirketlerin ticari anlaşmaları ve edimlerin ifası yönünden oldukça önemli sonuçlar doğurmaktadır. Salgının mücbir sebepler arasında değerlendirilip değerlendirilmeyeceği tartışma konusudur.
Ancak, DSÖ’nün “Pandemi” tespiti uluslararası alanda da “Mücbir Sebep” benimsemesi için güçlü bir dayanak oluşturmaktadır.
Covid-19 salgını hemen hemen tüm dünya ülkelerini etkilediğinden yurtdışı merkezli şirketlerle yapılan sözleşmeler açısından dayanak uluslararası mevzuatlar ve düzenlemelere bakacak olursak;
1980 tarihli Milletlerarası Mal Satımına İlişkin Sözleşmeler Hakkında Birleşmiş Milletler Antlaşması- Viyana Sözleşmesi-(CISG), UNIDROIT İlkeleri (PICC ,), Avrupa Sözleşmeler Hukuku İlkeleri (PECL) ve Avrupa Özel Hukukunun İlkeleri, Tanımları ve Model Kuralları Ortak Referans Noktalarına İlişkin Taslak (DCFR) gibi garanti sorumluluğunun kabul edildiği milletlerarası hukuku yeknesaklaştırmaya ilişkin metinlerde mücbir sebep, sorumsuzluk kaydı hariç borçlunun sorumluluktan kurtulduğu tek hâldir. Garanti sorumluluğunda borçlu, mücbir sebep dışında bir nedene dayanarak borcun ifa edilmemesi nedeniyle meydana gelen zararı tazmin yükümlülüğünden kurtulamaz.
Türkiye CISG’a (Convention on Contracts for the International Sale of Goods- Milletlerarası Mal Satımına İlişkin Sözleşmeler Hakkında Birleşmiş Milletler Antlaşması )üye ülkelerden biridir. Dolayısıyla Türkiye merkezli bir şirket, CISG’a üye olan başka bir ülkede merkezi olan bir şirketle sözleşme imzalandıysa ve sözleşmede CISG hükümlerinin uygulanmayacağı belirtilmediyse, o halde hâkim CISG’ı uygulamak zorundadır. İşte böyle bir durumda, mücbir sebebin tanım ve şartlarını CISG md 79 kapsamında değerlendirmek gerekir.
CISG) m. 79, borçlunun, borcunu yerine getirmemiş olmasına rağmen tazminat sorumluluğundan kurtulduğu halleri düzenlemektedir.
CISG md 79/1’e göre, “Taraflardan biri yükümlülüklerinden birini ifa etmemesinin, denetimi dışında kalan bir engelden kaynaklandığını ve bu engeli, sözleşmenin kurulması anında hesaba katmasının veya engelden ve sonuçlarından kaçınmasının veya bunları aşmasının kendisinden makul olarak beklenemeyeceğini ispatlaması halinde ifa etmemeden dolayı sorumlu tutulmaz.” borçlunun öngöremeyeceği, aşamayacağı ve etki alanı dışında kalan bir engel nedeniyle sözleşmeye aykırı davranmak zorunda kaldığını ispat etmesi halinde alacaklının bundan kaynaklanan zararını tazmin etme yükümlülüğü ortadan kalkacaktır.
Bu hallerde alacaklı ifayı engelleyen bu durumun sonuçlarına katlanacaktır. Tazminat sorumluluğundan kurtulmanın sınırı, karşılaşılan engelin etkisine göre belirlenir. Örneğin, engel geçici nitelikteyse borçlu gecikmiş ifa dolayısıyla doğan zararın tazmininden kurtulacaktır, ancak eğer söz konusu engel ifayı tamamen ve kalıcı bir şekilde engelliyorsa, borçlu ifa etmemeden doğan zararı tazminden tamamen kurtulmuş olur.
CISG md 79/2’ e göre ; Taraflardan birinin yükümlülüklerini ifa etmemesinin, sözleşmeyi kısmen veya tamamen ifa etmek ile görevlendirdiği bir üçüncü kişinin ifa etmemesinden kaynaklandığı taktirde bu tarafın sorumluluktan kurtulması hem kendisinin hem de görevlendirmiş olduğu üçüncü kişinin 79/1 uyarınca sorumluluktan kurtulmuş olması halinde mümkündür.
CISG md 79/3 ‘de ise öngörülen sorumluluktan kurtulma halinin, engelin var olduğu dönem için geçerli olacağı düzenlenmiştir.
CISG md 79/4’de ise, borçlunun tazminat ödeme yükümlülüğünden kurtulması için ifaya engel olan olayı ve bunun etkilerini makul sürede alacaklıya bildirmesi gerekeceği düzenlenmektedir. Söz konusu bildirim, herhangi bir şekle tâbi değildir.
CISG md 79/5’e göre ise, engel sonucu borcun ifasının imkânsız hâle gelmesi halinde borçlunun sadece tazminat ödeme yükümlülüğünden kurtulacağı, alacaklının tazminat talebi dışındaki diğer talep hakları, dolayısıyla aynen ifayı talep hakkının saklı olacağı düzenlenmiştir.
İfa kısmen engellenmişse, borçlu tazminat yükümünden bu kısım oranında kurtulur. Ancak gerek geç ifa gerekse kısmî ifa hallerinde, borçlunun sorumluluktan kurtulması, sözleşmenin ihlâl edildiği gerçeğini değiştirmez. Bu nedenle geç veya kısmî ifanın, alacaklının sözleşme gereğince borçludan beklemekte haklı olduğu şeyden önemli ölçüde yoksun kalması sonucunu doğurduğu, yani CISG md 25 uyarınca sözleşmenin esaslı ihlâli sayıldığı hallerde, alacaklı sözleşmeyi sona erdirebilir (CISG md 49/I-a)
Av. Arb. Gülten Ayana Av. Arb. Lale Yaşar
Yararlanılan Kaynaklar
Prof. Dr. Ahmet M. Kılıçoğlu Borçlar Hukuku Genel Hükümler Eylül 2019
Doç. Dr. Ali Paslı Covıd-19 Salgınının Çek Hukukuna Etkisi: Güncel Koşullar Sürerken Çek İbrazı Mümkün Müdür? 31 Mart 2020 Ticaret Kanunu.Net
Prof. Dr. Yeşim M. ATAMER Borçlunun CISG Madde 79 Uyarınca Tazminat Sorumluluğundan Kurtulması Halinde Alacaklının Diğer Taleplerinin Akıbeti Ne Olur? The Effect Of An Exemption To Pay Damages According To Art. 79 Cısg On Other Remedies Of The Obligee
Dr. Özlem Tüzüner Arş. Gör. Kerem Öz Aşırı İfa Güçlüğüne İlişkin İçtihat İncelemesi Hakemli Makale 02.10.2015 2015/3 Ankara Barosu Dergisi
Av. Gülmelahat Doğan Sürekli Borç İlişkilerinde Borçlunun Temerrüdü Hakemli Makale 2014/4 Ankara Barosu Dergisi
Hale Şahin Mücbir Sebep Nedeniyle Borcun İfa Edilememesi Adlı Yüksek Lisans Tezi Mayıs 2019
Seda Evrim Altun Kısmi İfa İmkânsızlığı Yüksek Lisans Tezi Türkiye Cumhuriyeti Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Özel Hukuk Anabilim Dalı Ankara-2019
Dr. Ertuğrul Yuvalı İş Hukukunda Zorlayıcı Neden Ve Zorunlu Neden Kavramları İle Bu Kavramların İş Sözleşmesi Üzerindeki Etkileri Kırıkkale Üniversitesi Hukuk Fakültesi İş Ve Sosyal Güvenlik Hukuku
Dr. Murat Özveri Zorlayıcı Neden/Zorunlu Neden Ayrımı Ve İşçi Ücretleri 21.03.2018 Evrensel.Net
Doç. Dr. Ş. Barış Özçelik COVID-19 Salgını Çerçevesinde Alınan Önlemlerin Sözleşme Hukuku ve Mücbir Sebep Kavramı Açısından Değerlendirilmesi 20.04.2020 Lexpara Blog
Reşat MORAL Covid-19 - İş hayatına hukuki yansımalar 17 Mart 2020 Dünya e-gazete